Merhabalar degerli site okurlarimiz. Bugunku yayinimiz
.
KADER ve SIRLARI:
KADERE İMAN.
Ne yeryüzünde ne de kendimizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış ebedi bilgimizle tesbit edilmiş olmasın. Şüphe yok ki bunla Allah için kolaydır. Başınıza gelecek olanları önceden bir kitaba yazdık ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz. Ve allahın size verdiğiyle sevinip şımarmıyasınız çünkü Allah kendisini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.
Hadid süresi 23
Kader, yüce Allahın en küçüğünden en büyüğüne kadar kainatta cereyan edecek olan bütün olayları ezelde bilmesi ve takdir etmesi ve kazada yeri ve zamanı geldikce bu olayları yaratmasıdır. Kaza ve kadere iman, aslında doğrudan doğruya Allah’a iman ile ilgilidir. Bu inancımıza biz Allah’ın tek yaratıcı olduğunu sonsuz bir kudret, irade ve ilme sahip olduğunu bir kere daha teyit etmiş oluyoruz. Evet, bu inancımızla biz bir kere daha vurguluyoruz ki hakiki manasıyla bu kainatta Allah’tan başka bir yaratıcı yoktur. Herşeyi o yaratmaktadır. O’nun iradesine karşı çıkacak hiçbir güç ve kuvvet yoktur
Bir yaprağın yere düşmesinden tutun da en muazzam olaylara kadar yer yüzünde olan biten herşey onun takdiri, iradesi, yaratması ve ilmiyle olmaktadır.
CÜZ’İ VE KÜLLİ İRADE
Kaza ve kader inancının vurgulandığı ilk prensip; Allah’ın mutlak irade sahibi oluşu ve onun iradesi karşısında duracak hiçbir güç ve kuvvetin olmadığıdır. Yüce Allah’ın bu iradesine külli irade denmektedir. Onun insanlara verdiği sınırlı bir irade vardır ki buna da Cüz’i irade denmektedir. İşte insan, kendisine verilen bu Cüz’i irade çerçevesinde yaptıklarından mesuldur. Hiç şüphesiz kainatta cereyan eden olayların çoğu bizim irademizi aşmaktadır. Biz onlardan zaten sorumlu değiliz. Mesela şahsızmızla ilgili olarak bile, nezaman nerede ve nasıl doğup öleceğimizi; anamızı, babamızı, memleketimizi, ırkımızı biz tayin etmiyoruz. Ama bunların dışında bize insan olarak geniş bir saha bırakılmıştır; zaten bizim sorumluluğumuz da bu sahada cereyan etmektedir. İşte bu sahada bir zorlamayala karşılaşsak yani haşa Allah bizim bütün direnmemize rağmen zorla katil veya hırsız yapsa, hem de bizi bundan sorumlu tutsa bu elbette büyük bir zulümdür.
Yüce Allah için elbettte böyle bir şey düşünülemez. Böyle bir zorlamayla karşı karşıya olmadığımızı da zaten pratikte yaşayarak bizzat görüyoruz. Nitekim yüce Allah da pek çok ayette kullarına asla zulmetmiyeceğini vurgulu bir şekilde ifade etmiştir.
“Allah insanlara hiç zulmetmez fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.”
(Yunus Suresi, 44)
Kader konusunda ikinci en önemli ders de şudur kainatta ve dünyada cereyan edecek bütün olaylar özellikle bizim kendi tercih ve irademizle neler yapacağımız ve aklımızdan neler geçirdiğimiz önceden Cenab-ı Allah’ın bilgisi dahilindedir.
Zaten Allah-u Teala için zaman ve mekan söz konusu değildir. Dolayısıyla ona göre örneğin bundan bir asır öncesiyle bir asır sonrası arasında hiçbir fark yoktur. Ayrıca detaylarda bile olsa Allah’ın bilemiyeceği bir takım şeyler olduğunu düşünmek; Allah’a noksan sıfatlar atfetmek anlamına gelecektir ki, bu büyük bir iman zaafıdır.
“Gaybın görülmez bilgilerinin anahtarı onun yanındadır. Onları ondan başkası bilmez. O karada ve denizde olan herşeyi bilir. Düşen bir yaprak ki, mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içine gömülü bir dane yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” (Enam suresi 59a)
Yüce Allah bu ayette ilminin heryeri ve herşeyi kuşattığını belirten çok değişik enteresan ve canlı örnekler vermektedir. Bunların arasında yaprak örneğini okuyunca insanın gözünde dünya kurrulalı beri ve kıyamete kadar dallarından düşecek yapraklar canlanmakta ve sayıların bile alamayacağı kadar bu kadar sonsuz sayıda yaprağın bilgisi karşısında akıllar dehşete düşmektedir.
İNSANIN KADERİ DEĞİŞİR Mİ?
“Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir Kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.” (Fâtır: 43/11)
Allah’ın olmuş olacak herşeyi en ince teferruatına kadar bilmesi, O’nun yüceliğinin tabi bir sonucudur. Kaderin insanlarla ilgili olanına dilimizde “Alın Yazısı” adını vermişiz. Yüce Allah’ın bu bilgisinin yani kaderin değişmesi mümkün değildir.
Çünkü kader sonunda olacak olan neyse onun Allah indinde bilgisidir. Kaderi değiştirme deyimi belki mecazi anlamda doğru olabilir yani; işler hep kötüye giderken insan kendi çabası ve çalışmasıyla kötü gidişi durdurabilir ve kötü sondan kurtulabilir. Ama aslında bu da kader çerçeesinde gerçekleşen bir olaydır. Çünkü yüce Allah olayın o şekilde başlıyacağını şekilde gelişeceğini ve sonuçta da şöyle veya böyle gerçekleşeceğini elbette önceden biliyordu. Dolayısıyla alın yazısını veya kaderi değiştirmek söz konusu değildir.
Bu sebeple mecazi bile olsa böyle yanlış ve tehlikeli ifadelerden kaçınmak gerekir. Kader konusunda konuşurken insanı iman konusunda uçuruma götürecek sözlerden kaçınmak gerekir.
Kişinin Allah benim kaderimi önceden tayin etmişti deyip bir suç işlediğinde kendisine kader kurbanı diyerek suçu dolaylı olarak Allah’ın üstüne atması da büyük bir zulümdür. Zira Allah’ın bu bilgisi bizi bir şey yapmaya zorlayan bir bilgi değildir. Ve Allah kötü fiillerden asla razı olmadığını da belirtmiştir.
Kaldı ki olay gerçekleşmeden biz zaten hakkımızdaki bu bilginin ne olduğunu da bilmiyoruz. Biz bütün yaptıklarımızı kendi tercihimiz doğrultusunda ve hakkında bilgi sahibi olmadığımız alın yazımızın etkisinde kalmadan yapmaktayız. Bu sebeple biz yaptığımız bir suçu bilmediğimiz bir bilginin üstüne atamayız.
Şayet bizim alın yazımız elimize yazılı olarak önceden verilmiş ve sen bunların dışına çıkamazsın denilmiş olsaydı bu takdirde biz robot durumuna düşmüş olurduk. Ve yaptıklarımızdan sorumlu tutulmamız da o zaman anlamsız olurdu. Halbuki böyle bir şey asla söz konusu değildir.
İNSAN NEDEN SORUMLUDUR?
“Allah herşeyin yaratıcısıdır.” (Zümer Suresi, 62)
Kader konusunda dikkat edilmesi gereken üçünçü prensip Allah’ın herşeyin yaratıcısı olduğudur. Bunun hiçbir istisnası yoktur. Bizim yaptıklarımız da dahil olmak üzere küçük büyük kainattaki bütün varlıkların ve olayların yaratıcısı Allah’tır. Fakat bu durum bizi yanlış bir kader inancına götürmemelidir. O da şudur; madem ki bizim yaptıklarımızı da Allah yaratmaktadır, o halde bizim yaptıklarımızdan sorumlu olmamamız gerekir. Burada göz ardı edilen nokta evet bizim fiillerimizi Allah yaratmaktadır ama; bizim irademiz ve isteğimiz doğrultusunda yaratmaktadır. Yani iyiliği veya kötülüğü seçip isteyen biziz ama; yaratan Allah’tır. Biz işte bu seçimimizle tercihimizden dolayı sorumluyuz
Mekke müşrikleri de işte böyle bir yanlış kader inancına sahiptiler. Şöyle düşünüyorlardı; “Bu dünyada herşey Allah’ın istediği gibi olmaktadır. Biz hiçbirşeyi değiştiremeyiz herşeyi olduğu gibi kabullenmek zorundayız.” Bunun için her yaptıklarını Allah’a isnat ediyorlar ve suçu da Allah’a atıyorlardı. Böylece bütün uygulamaları doğru göstermeye çalışıyorlardı. İşte aşağıdaki ayette de görüleceği gibi içinde bulundukları şirk inancını bile Allah’a isnat ediyorlardı.
“Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Yanınızda bize çıkarıp göstereceğiniz bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (EN'ÂM SÛRESİ, 148)
Yüce Allah böyle sadece tamamen sapkın bir inancı şiddetle reddetmekte ve ellerinde buna dair hiçbir delilleri olmadığını belirtmektedir. Evet Allah onları müşrik kılmış ama bunu kendileri öyle istedikleri için yapmıştır. Bu sebeple onlar durumlarından bizzat kendileri sorumludurlar. Herşeyin yaratıcısı allah olmasına rağmen yüce Allah Kur’an da bizim yaptığımız fiilleri yine bize isnat eder.
“
“Her kim iyi ve yararlı işler işlerse kendi lehine işler, her kim kötülük işlerse kendi aleyhine eder. Rabbın kullarına asla zulmedici değildir.”(Fussilet(41) 46)
Hiç şüphesiz bunun sebebi daha önce de ifade ettiğimiz gibi, yaptığımız işleri kendi istek ve irademizle yapmamızdan dolayıdır. Biz bir işi yapmayı tercih ederiz, Allah da bizim istediğimiz o fiili yaratır. İşte bu sebeple Yüce Allah bizi kendi irade ve tercihlerimizle başbaşa bırakmıştır. Nitekim O, bir ayette şöyle buyurur:
"Dileyen inansın, dileyen inanmasın."(Kehf(18) 29)
KADERE İMANIN İNSAN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
İnsan bir işte muvaffak olmak için çalışır çabalar. O işin gerektirdiği her türlü gayret ve sebatı ortaya koyar. Sonunda başarıyı ise Yüce Allah'tan bekler. Başarı gelirse bunu sadece kendisinden bilip şımarmaz. Başarısızlığa uğradığı takdirde ise ümitsizliğe düşmez. Bilakis, başarısızlığının sebeplerini tesbit ederek yeni bir gayret ve hızla yine çalışmaya koyulur..
Her şeyin Allah tarafından takdir edilmiş olduğunu bildiğinden herhangi bir musibet ve başarısızlık karşısında üzüntüden kahrolmaz, yahut herhangi bir nimet ve başarı ile şımarıp gurura kapılmaz.
Nitekim, bunu en iyi bir şekilde Hz. Peygamber ve ashabında görüyoruz. Onlar, herhangi bir işte başarılı oldukları zaman ne zafer sarhoşluğu içinde şımarmışlar ne de bir başarısızlıkla karşılaştıkları zaman bezginliğe kapılıp Allah'ın rahmetinden ümitlerini. kesmişlerdir. Çünkü başa gelmesi mukadder olan bir şey mutlaka gelecektir. Ayrıca, başa gelen şey, biz onu kötü görürken, belki de onda bir takım hayırlar gizlidir
Bize iyi gibi gelen bir şey ise, aslında bizim için kötü de olabilir:
“Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda iyi olabilir, ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(Bakara(2) 216)
Baz insanlar kaza ve kader inancının, insanı tembelliğe, atalete ve uyuşukluğa sevkettiğini ileri sürerler. Bu tamamen yanlıştır. Böyle bir şey olsa olsa ancak yanlış bir inançtan doğabilir
Doğru bir kaza ve kader inancı ise yukardan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, insan için büyük bir güç kaynağı olur. Olacak olan zaten olur deyip, hiç çalışmadan her şeyi Allah'tan beklemek tamamen yanlış bir harekettir. Bu, tevekkülü yanlış anlamak demektir. Tevekkül kulun kendisine düşeni tam hakkiyle yerine getirdikten sonra takdiri Allah'a bırakmak demektir. Çalışmayı bırakıp Allah'a güvenmek demek değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Başarım ancak Allah(ın yardımı) iledir. Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na yönelirim.” (Hud(11) 88)
İMTİHAN VE TEVEKKÜL
Kadınlar ,oğullara ,kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe , salma güzel atlara , hayvanlara ve ekinler duyular tutkulu şehvet insanlara ‘ süslü ve çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının metaıdır, Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır .
Deki: Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi ? Korkup sakınanlar için temelli kalacakları , altında ırmaklar akan cennetler ,tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.Allah kulları hakkıyla görendir .’’
Al-i İmran süresi,14,15
DÜNYA İMTİHAN YERİDİR
İnsan, her canlı gibi Allah tarafından bir amaç üzere yaratılmıştır. İnsanın yaratılış amacını ve kısa süren dünya hayatı boyunca nasıl bir ömür geçirmesi gerektiğini öğrenebileceği kaynak, Allah'ın kullarına bir rehber olarak indirdiği Kuran'dır
Yalnızca Allah'a ibadet etmek için yaratılan insanın önünde ortalama altmış-yetmiş yıllık kısa bir ömür vardır. Ve bu ömür, tıpkı bir kum saatinde olduğu gibi hiç durmadan akmakta; insan, ahirete doğru sürekli bir geri sayım içinde yaşamaktadır.
Herkes kendisi için belirlenmiş bir süre kadar yeryüzünde kalacaktır ve bu vaktin bilgisi sadece Allah katında saklıdır. İnsanın hayatı kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği şekilde, Allah tarafından çizilmiş bir kader üzere işlemektedir.
Dünya üzerindeki herşey zamanı geldiğinde yok olacaktır. Apaçık olan gerçek ise "...
dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir." (Rad Suresi, 26) ayetinde de bildirildiği gibi,
sonsuz ahiret hayatının yanında dünya hayatının çok kısa olduğudur.
Çünkü dünya üzerinde herşey eskimeye, yaşlanmaya ve yok olmaya doğru çok büyük bir hızla ilerlemektedir.
Zaman herkesi ve herşeyi mutlaka tahribata uğratmakta ve bu geçici dünyaya bağlananlar çok büyük bir kayıp içine düşmektedirler.
Dünya bir misafirhanedir. İnsan onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde ebedi hayatına lazım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir.
İnsan, dünyada karşılaştığı olaylar karşısında gösterdiği tavırlarla, sahip olduğu ahlakla ve içinde taşıdığı niyetiyle denenmektedir ve kişinin sadece "iman ettim" demesi kesinlikle yeterli değildir. İmanını tavırlarıyla da göstermelidir. Çünkü kıyamet gününde gizli ya da açık, hayatına dair herşey ortaya dökülecek, çok hassas bir hesap yapılacaktır. Bu hesapta "...
''hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez. Nisa Suresi, 49)
İyilikten yana yaptıkları ağır basanlar sonsuz güzelliklerle bezenmiş cennet yurdunda ağırlanırken, kötülüğü ve zulmü kendilerine yol edinenler sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacaklardır. Zira Allah bu kısa hayatı insanları denemeden geçirerek iyi ve doğru olanları diğerlerinden ayırt etmek için yaratmıştır. Mülk Suresi'nde bu gerçek şöyle bildirilir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... (Mülk Suresi, 2)
DÜNYA HAYATININ GERÇEK ANLAMI:
Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır... Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Ahiretin unutulduğu toplumlarda insanlar, doğdukları andan itibaren kendilerine süslü görünen bu değerleri elde etme hırsına yönlendirilirler.
insanların büyük bir bölümü, bunların geçici olduğunun farkına varmaz; tam tersine bunlara dalıp oyalanırlar. Kimi sürekli daha çok mal toplamaya, kimi insanlar tarafından daha çok itibar görmeye, kimi daha güzel veya yakışıklı bir eş bulmaya, kimi de işyerinde en başarılı kişi olarak tanınmaya çalışıp çabalar. Tüm bunlara öyle büyük bir hırsla bağlanırlar ki, bu oyalanma onlara ölüm sonrasında karşılaşacakları sonsuz ahiret hayatını tamamen unutturur. Ölümü bir yokoluş olarak algılar ve ölümden sonrası için bir hazırlık yapmayı düşünmezler.
Müninler , ölümle birlikte dünyadan ayrılmayı, kuran ahlakından uzak insanlar gibi isyanla değil, şevk ve heyecanla karşılarlar. Dünyada yaptıkları güzelliklerin karşılığını Allah'tan sonsuz ahiret hayatlarında almayı umarlar.
Ahirette cennet gibi sonsuz güzellikler ve inceliklerle dolu bir mekana kavuşma umudunun şevki ve coşkusu içinde yaşarlar.
Dünyayı ebedi bir yaşam yeri zannederek hırsa kapılanların durumu bir ayette şöyle haber verilmiştir:
Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! (Bakara Suresi, 175)
Yalnızca dünya hayatına razı olmayan ve ahiret hayatının ebedi olduğunun bilincinde olan kişiler, bu hayatın yararlarının geçici olduğunu bildikleri için, sonsuz cennet güzelliklerini kazanmak için çalışırlar. İşte onlar yaptıkları bu ticaret nedeniyle çok büyük bir kazanç içindedirler.
ALLAH’A TEVEKKÜL ETMEK:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 34-35)
İnsan imtihanın sırrı gereği her türlü olayla denenebilir.
İnsanın bolluk, zenginlik ve çok büyük nimetler içindeyken de Allah'ın razı olacağı güzel ahlakı göstermesi, her tavrında Allah'a yönelip dönmesi ve O'nun emir ve tavsiyelerine çok büyük bir titizlik göstermesi gerekir.
Çünkü bolluk dünyanın geçici süslerine dalan insan için bir fitne konusu, bir deneme, unutturup yanıltan bir etken olabilir.
Ama imanlı bir insan ne kadar büyük nimetler içinde olursa olsun asla Allah'a karşı nankörlük etmez.
İnsan bunun yanında hastalıkla, felaketlerle, inkarcılardan gelen türlü baskılarla, incitici söz, iftira, tuzak, alay zulmü gibi olaylarla da denenebilir. Fakat Müslüman bunların hepsinin imtihanın bir parçası olduğunu bilir ve bunlara sabır göstermenin güzelliklere açılan bir yol olduğunu unutmaz.
Bu insanlar daha önce de belirttiğimiz gibi dünyaya karşılık ahireti satın alarak kendileri için hayırlı bir ticaret yapmışlardır.
"Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur). Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır." (Enfal Suresi, 28)
ayeti gereği sahip oldukları herşeyle denendiklerinin bilincine varmışlardır.
Canlarının, mallarının ve sahip oldukları herşeyin Allah'a ait olduğunu bildikleri için, bunlarda meydana gelen bir eksilme veya artış onların ahlaklarını, düşünce yapılarını ve Allah'a olan sadakatlerini asla etkilemez.
insan dünya hayatındaki -ahireti için çok değerli olan- her gününü, her saatini, hatta her dakikasını ve saniyesini çok iyi değerlendirmelidir.
Yaptığı her işte, gösterdiği her tepkide "Allah'ı nasıl en fazla razı ederim?" sorusunun cevabını aramalıdır. Önemli olan kişinin dünyaya dalıp ahireti unutmaması ve geçici bir yarar uğruna ahiretini gözden çıkarmamasıdır. İnsanın Allah'a döndürüldüğü zaman sonsuz güzelliklere kavuşmasının yolu budur:
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 185-186)
HİKMET GÖZÜYLE BAKMAK:
Deki: Allah’ın bizim için yazdıkları dışında , bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez .
O bizim Mevlamızdır.ve müminler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.’’
(Tevbe süresi ,51)
İnsanın iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz gibi görünen tüm olayları her ne olursa olsun mutlaka hayra yorması, Allah'a olan samimi imandan kaynaklanan önemli bir ahlak özelliği ve yine imanın getirdiği bir yaşam şeklidir. Ve bu gerçeğin farkına varmak da insana dünyada ve ahirette tüm nimetlerin kapısını açan, kişinin hayatına huzur ve esenlik getiren önemli bir konudur.
Bir insanın nefsinin mutmain, dengeli hale gelmesi ise Allah'tan gelen hayır ve hikmetin kesintisiz devam ettiğini bilmesi ile olur. Bu hakikati kavramak dünyada mümin için büyük bir nimettir. Din ahlakından uzak, inkar içindeki insan kesintisiz azap içindedir; her olayı kendi aleyhinde yorumlar. Ve bundan dolayı da sürekli sıkıntı içindedir.
Mümin ise olayların hikmet ve hayır yönlerini görebilmenin sevincini yaşar.
İşte bu yüzden ortalı bir tavır içinde olmak, karşılaştığı olayları hem hayra hem şerre yorarak azap içinde kalmak iman eden bir insana ahirette büyük utanç verebilir. Bu kadar açık ve kolay olan bir gerçeği tembellik ve gafletle anlamazlıktan gelmek, vicdana ve akla tam kabul ettirmemek ahirette ve dünyada azap içinde yaşamaya sebep olabilir. Bilinmelidir ki, Allah'ın hazırladığı kader bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır. İmanlı bir mümin irade ve akıl ile gün içinde hiçbir olayda şeytanın tuzağına düşmez. Olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun hayır olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir, ama önemli olan herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır
Ne var ki insan kimi zaman aceleci yapısı nedeniyle karşılaştığı olaydaki hayrı hemen görmek ister. Eğer bunu o an için göremezse, kendisinin zararına olacak şeylerde ısrarcı ve inatçı bir tavır sergileyebilir. Allah Kuran'da insanın bu aceleci yönünü şöyle bildirilmiştir:
"İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan pek acelecidir." (İsra Suresi, 11)
Oysa insanın kendince doğru ve iyi gördüğü şeylerde ısrar etmesi, bunlara ulaşmak için acele etmesi, hırsa kapılması değil, Allah'ın, karşısına çıkardığı olaylardaki hikmetleri ve hayırları görebilmek için çalışması gerekir. Örneğin, bir insan maddi imkanlarının genişlemesini çok istiyor ve bunun için çaba harcıyor olabilir. Ancak tüm çabasına rağmen bu isteği uzun bir süre gerçekleşmeyebilir. Bu durumu kendisinin aleyhine değerlendiren insan yanılır.
Ancak şunu da özellikle belirtmek gerekir ki "hayır gözüyle bakmak", olayları görmezlikten gelmek, umursamamak ya da aşırı iyimser davranmak demek değildir. Tam tersine, mümin karşılaştığı olaylarda elinden gelen tüm tedbirleri almakla, her yolu denemekle yükümlüdür.
ÖLÜM SAATİ HIZLA YAKLAŞIYOR:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik;
Şindi sen ölürsen onlar ölümsüzmü kalacaklar?
Her nefis ölümü tadıcıdır.
Biz size ,şerler de hayırlar da deneyerek imtihan ediyoruz ediyoruz.
Ve siz Bize döndürüleceksiniz
(Enbiya süresi ,34,35)
Şu an tüm insanlar, hızla ölüm anlarına doğru yaklaşıyorlar. Bugün en genç insan için de, en yaşlı insan için de ölüm aynı uzaklıkta. Çünkü kimin ne zaman ve nasıl öleceği belli değil. 68 yaşında yatağında ölümü bekleyen bir insan için ölüm ne kadar yakınsa, 18 yaşında yolda yürümekte olan bir genç için de aynı yakınlıkta. Belki de o genç birkaç dakika sonra karşıdan karşıya geçerken bir kaza geçirecek ve bu dünyada yaşadığı hayatı son bulacak. Belki de şu an onun son dakikaları...
İşte her insanın yaşamındaki en büyük gerçeklerden biri budur.
O halde her insan bir nevi yarış içindedir.
Dünyada kendisine verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlamakla yükümlüdür.
İşte burada sağduyu sahibi bir insana düşen vicdanının sesini dinleyip, Allah'ın kendisini bir denemeden geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır. Allah, bu zorlu gibi gözüken yolda insana rehber olarak Kuran'ı, örnek olarak da elçileri ve salih müminleri göndermiştir.
Samimi kalple Allah'a yönelen bir insan karşısına ne tür bir zorluk çıkarsa çıksın, mutlaka bir kolaylıkla karşılaşacak ve kurtuluşa erecektir. Yani bu imtihan dünyasının en büyük sırlarından biri, iman edenler için mutlak bir kazançla noktalanmasıdır.
Bundan sonra iman eden bir insanın yapması gereken tek şey, kaderinin izleyicisi olarak salih müminlerin ayetlerde bildirilen ahlakını kendine örnek almasıdır. Her ne olursa olsun Allah'a sadakat gösteren, sabır ve kararlılıkla ahirete yönelen kişilerin durumu Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Nice Peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 146-148)
Kaynak:
Görsel Video
Azim Dağıtım